CUMHURİYET
14 Nisan 1986
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Sorumlu Üniversite midir?
PROF. DR UĞUR DERMAN, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Suçlamaların devamı veya bazı kısıtlamalara gerekçe gösterilmesi, gelecek kuşakların candamarı olan bir kurumun yıpranmasına neden olmaktadır. Bu haksızlığın kamu nezdinde düzeltilmesi, üniversiteye hakkı olan itibarın iadesi gerekir. Aksi halde yetişen gençliğimizin, gücü yok olacaktır.
Ülkemizde yakın geçmişte hiçbir vatandaşın tekrarını istemediği bir dönem yaşanmış ve ancak silahlı kuvvetlerin girişimiyle denetim altına alınmıştır. Bir daha böyle bir dönemin tekrarlanmaması için önlemler düşünülür ve alınırken, nedenlerinin doğru saptanması gerekir. Nüfusumuzun büyük bir bölümünü oluşturan gençliğimiz (15-25 yaş grubu) de anarşik olaylara karışmıştır. Bu yaş grubunun doğal yapısı nedeniyle davranış biçimleri kaçınılmazdı. Ancak bu kesimi bu tepkisel davranışa iten nedenler hangileridir? Gerçeği saptamak için gençliğimizin sorunlarını kapsamlı ve doğru şekilde incelemeliyiz.
Nüfus artışı, okuma isteğinde artış = öğrenci sayısında patlama = başarısızlık korkusu: Türkiye’mizin nüfusu hızla artmıştır ve halen genç yaş diliminde büyük sayılara varmıştır. Bu artış özellikle 30 yaştan genç yaş diliminde büyük sayılara varmıştır. Aynı yıllarda eğitimin değeri kavranmış ve okuyan oran da hızla yükselmiştir. İki konudaki bu artışlar birleştiğinde son 30 yılda, okumak isteyen gençliğin sayısındaki kabarıklık çarpıcıdır.
Buna karşın iş çeşidi ve sayısında bu denli bir artış sağlanamamıştır. Bu noktada sosyal yapıda çok önemli olduğunu bildiğimiz “arz-talep” dengesizliği yine kendini göstermiştir. 30 yıl önce lise mezunlarının büyük çoğunluğu üniversiteye devam edebilirken; 1980’li yıllarda bu oran % 10 dolayına düşmüştür. Yüksek öğrenimi kontenjanlarını arttırmak bir çözüm değildir. Çünkü sonuçta alacağı diplomanın karşılığı bir iş bulamaması genç’i dönüşü de olmayan bir mutsuzluğa itmektedir.
Gerçek Eğitim Yerine Doğruyu Bulma Cambazlığı: Yüksek öğrenim mezunu- iş; lise mezunu-üniversite kontenjanları ikilemelerindeki sayısal dengesizlik son yıllarda daha alt eğitim kademelerine de bulaşmıştır. Bugün artık üniversiteye giriş olasılığını arttırabilmek ümidiyle, yabancı dilde eğitim yapan paralı özel liselere girebilmek için 10 yaşındaki çocuklarımız bir yarış bunalımına zorlanmıştır. Bu yarış havası ayrıca müfredat kademelerini altüst etmiş; eğitim yerine doğru yanıtı bulma cambazlığı öğretilen bir program, tüm eğitime egemen olmuştur.
Kazanma yüzdesinin çok düşük olduğu yer eğitim basamağındaki bu anlamsız yarışlar, çocuklarımız ve gençlerimizi sırasıyla, korkuya ümitsizliğe ve bunalıma sürüklemektedir. Tüm bu engelleri aşıp, tercih etmediği bir dalda bile olsa (Ü.S.Y.M. sınavında ancak %1-2 ilk tercihini kazanabilmektir) üniversiteye girebilenleri yeni· bir sürpriz beklemektedir: Diplomalarına uygun iş sayısının yokluğu.
İÇ HUZUR YOKLUĞU
Geleceğinden kuşkulu gençlerin iç huzuru kalmamıştır: 10 yaşından 25 yaşına kadar geleceğinden kuşkulu bir öğrenci topluluğunda iç huzurun olmayışı doğaldır. Böyle bir ortamda nifak tohumlarının atılması ve yerleşmesi çok kolay olmaktadır. Nitekim gençlerin anarşik olayları incelendiğinde altyapıdan zayıf ve lise eğitimleri güçsüz, dolayısıyla üniversite sınavlarını başarma ümidi az olan bölgelerde, isyankar davranışların orta öğretim düzeyinde başladığı görülecektir. Oysa büyük illerde ve özellikle Ü.S.Y.M. sınavında üstün başarı gösteren liselerde bu tür eylemler yapılmamıştır. Ancak büyük illerimizde, üniversite düzeyinde hareketler olmuştur ve geleceğinden endişeli üniversite gençliği bu tertiplerin içine çekilmiştir. Bu talihsiz davranışlarda öğretim elemanlarının etkisi ve payı var mıdır?
Üniversite gençliğinin toplu hareketleri daha önce 1968 yılında da başlamıştı. Aynı yıl Batıdaki örnekleri paralelinde ve başlangıçta masum istekler halinde görünen bu davranışlara üniversitenin yöneticilerinden bile katılanlar olmuş; zaman içinde olayın niteliğini farkedince sahneden çekilmişlerdir. Bu deneyimi yaşayan öğretim üyeleri 1975-1980 dönemindeki olaylardan uzak durmuşlar, adeta kaçmışlardır. Üniversite olsa olsa bu eylemleri önleyememe, denetleyememe, ilgisiz kalma açısından eleştirilebilir.
Ancak ayrıntı ile incelendiğinde olayların çoğunu üniversiteye dışardan sızan kişilerin başlattığı saptanmıştır. Yazık ki gerçek üniversite öğrencileri de bu tahrike kapılmıştır. Bir başka gerçek de anarşik hareketlerin üniversite sınırları dışında, özellikle özel öğrenci yurtlarında odaklaşmasıdır. Resmi yurtların yetersizliği karşısında ekonomik çaresizlik nedeniyle öğrencilerin özel yurtlarda barınması, anarşik fikirlerin işlendiği odakları yaratmıştır. Kolluk kuvvetlerinin bile kamplara ayrıldığı bir ortamda, öğretim üyelerinin gençlik hareketini önleyemeyişinden dolayı, üniversiteyi suçlamak haksızlıktır ve yanlıştır.
Bu tür suçlamaların devamı veya bazı kısıtlamalara gerekçe gösterilmesi, gelecek kuşakların can damarı olan bir kurumun yıpranmasına neden olmaktadır. Bu haksızlığın kamu nezdinde düzeltilmesi, üniversiteye hakkı olan itibarın iadesi gerekir. Aksi halde yetişen gençliğimizin, gücü yok olacaktır.
Gençliğimize Gelecek Güvencesi:
Yukarıda çizdiğimiz tablo gençlikteki huzursuzluğun temel nedeninin gelecek kuşkusu olduğunu; ve bu ortamın gençliğin kandırılmasını ne denli kolaylaştırdığını göstermektedir. Bu olumsuz tabloyu nasıl düzeltebilir, gençliğimize gelecek güvencesini nasıl sağlayabiliriz?
Bu yaş diliminin başı ve sonundaki iki olay için gerekli önlem derhal alınmalıdır:
1) Başlangıç önlemi nüfus planlamasıdır. Yıllar sonra bunun öncelikli bir devlet politikası olarak belirtilmesi ve Cumhurbaşkanımızın öncülüğünü yapması umut vericidir; halkın eğitilerek ikna edilmesi ve bu kampanyanın sürdürülmesi şarttır.
2) Öbür uçta ise iş-meslek alanlarının sayıca arttırılması ve belirlenmesi gerekir. Halen ülkemizin işgücü – insan gücü denklemi sayısal olarak belirlenmemiş, hele uzun vade planlaması yapılmamıştır.
3) Orta-lise kademesindeki ağırlık, klasik liselerden meslek okullarına kaydırılmalıdır. Üniversite kontenjanlarının bir planlı iş gücüne’ göre ayarlanması, rastgele artışlardan vazgeçilmesi gerekir.
4)İl dışından gelen üniversite öğrencisini barındırmak için çağdaş yurtların sayısı arttırılmalı; olumlu kaynaşmayı sağlamak için spor alanları gibi olanaklar geliştirilmelidir.
5)Bir başka önlem de üniversitelere bölgesel kontenjanların konmasıdır. Ülkemizde üniversitelerin sayısı hızla artmış ve tüm yurda yayılmıştır. Ancak bugünkü uygulamada az gelişmiş yörelerdeki lise mezunlarının kendi bölgelerindeki üniversitelere bile girme şansı azdır. Bu üniversitelerin kontenjanları bile büyük illerin kendi liselerinde başarısız, ancak merkezi U.S.Y.M. sınavında nispeten başarılı öğrencileri ile dolmaktadır.
Bilmem kaçıncı tercih olarak bu fakülteleri kazanan öğrencilerin büyük bir oranı da zaten bir süre sonra ya fakülteyi bırakmakta, ya da şansını bir yıl sonra başka üniversite için denemektedir.,
Bölgesel kontenjanların (örneğin o bölge lise mezununun belirli bir yüzdesi) tanınması; az gelişmiş illerimizdeki orta öğretim gençliğinin ömür boyu umutsuzluğa dönüşen kaderinin değişmesini sağlayacaktır. Bölgesel kontenjan içinde kendilerine yer bulmak için tüm bu gençlik kitlesi derslerine daha sıkı ve umutla sarılacaklardır. Teknik bir düzenleme olan bu son öneri, gençliğe huzur sağlayabilecek önlemler ve planlamaların en kısa dönemde ve kolay yapılabilecek bir değişiklik olarak dikkati çekmektedir.
Sonuç olarak deriz ki:
Yukarda önerdiğimiz ve benzeri bir dizi düzenlemelerle gençliğin değişik konulardaki umutsuzluğunu, geleceği güven duygusuna çevirebilmeyi başarabildiğimiz oranda devletimizin gelecek güveni de pekişecektir.
